*** Hz. Muhammed 571 yılında Mekke şehrinde dünyaya geldi. Babasının adı ABDULLAH, annesinin adı AMİNE dir. Hz. Muhammed küçük yaşta önce babasını daha sonra da annesini kaybetti. Önce dedesi ABDÜLMUTTALİB, o da ölünce amcası EBU TALİB in yanında kaldı. Amcası ile beraber ticaretle uğraştı. Küçük yaşından itibaren çevresinde doğruluğu, güvenirliliği ile ün kazandı. Kendisi çevresindeki insanlar gibi putlara hiç ilgi duymuyor, sık sık HİRA dağına çıkıp yalnız kalıyordu.
*** Yine böyle bir zamanda Hira mağrasında düşünceler içerisinde iken vahiy meleği Cebrail ilk vahyi getirdi. (Yaradan Rabbi!nin adı ile oku!-Alak Süresi). Bu şekilde Hz.Muhammed'in peygamberlik süreci başlamış oldu. Hz. Muhammed'e ilk inananlar Hz.Hatice, Hz.Ali, Hz.Ebu Bekir, ve Hz. Zeyd oldu. Ancak yeni gelen din (İslam) Mekkeliler tarafından hiç hoş karşılanmadı. Çünkü İslam dini kendi dinleri putperestlik ile hiç benzeşmiyordu. Atalarının dinine büyük bir bağlılık duyan Araplar Hz.Muhammed'e ve yeni dine şiddetle karşı geldiler. Bu karşı gelme zamanla Müslümanlara karşı şiddete dönüştü. Bunun üzerine Hz.Muhammed Müslümanlara hicret (göç) emrini verdi. 615 yılında Müslümanlar önce Habeşistan'a baskılar artınca da 622 yılında Mekke'yi terk ederek Medine şehrine hicret (göç) ettiler. Hicret 'ten sonra Medine İslamiyet'in merkezi durumuna geldi
Uzun yıllar süren fetih hareketleri ve islamiyetin yayılımı sonucunda;632 yılında Mekke'yi feth ettiler.Hz.Muhammed son bir kez Mekke'de kalabalık bir Müslüman kitlesine VEDA HUTBESİNİ söyledi. 632 yılında Medine'de vefat etti. Hz.Muhammed vefat ettiği yere gömüldü. Medine şehrindeki peygamberimizin bu mezarına "Ravza-i Mutahhare" denir.
Ne Söyledinse Doğrudur
Ey âlemlere rahmet olan Sevgili!
En büyük Mûcizen Kur’ân’dı senin, sendin, sonra Sıddık-ı Ekber’e “O söylüyorsa doğrudur” dedirten Mirâc’tı.
Receb Allâh’ın ayıydı. Şa’bân Sen’in ve Ramazan tüm ümmetinin…
Receb’in yirmi yedinci gecesiydi…
Hani o gece Rabbin Sen’i katına çağırmıştı. Zamansız mekânlardan geçerek varmıştın Rabbin karşısına ve tüm ümmetin adına bizden selâm söylemiştin yüce Rabbe.
Senin için kâinatı süslemişti melekler. Işıl ışıl parlıyordu gökler ve sessizlik, Mescid-i Haram’dan Kudüs’e.
O gece, geçmiş ve gelecek hazır olup gösterilmişti sana.
En kutsal neşidelerle karşılamıştı seni yedi kat sema. Göğün birinci katında ilk ceddin Âdem (as), ikinci katında kardeşin Hz. Îsâ ve Yahyâ, üçüncü katında güzelleri güzeli Hz. Yûsuf aleyhisselam, dördüncü katında terzilerin piri Hz. İdrîs, beşinci katında Hz. Hârûn, altıncı katında Hz. Mûsâ ve yedinci katında atan İbrâhîm peygamberle görüşmüştün.
Her peygamberin bir mirâcı vardı denilmişti!
Âdem peygamberin mirâcı, cennette işlediği hatanın nihayetinde senin yüzün suyun hürmetine affedilmesiydi!
Hz. İbrâhîm’in mirâcı, ateşler içerisindeyken “Ey ateş! (İbrâhîm’e karşı) soğuk ve selametli ol” emriyle kendini gül bahçesinin içerisinde bulmasıydı!
Bıçak altında Allâh’a olan itimadını gösterirken, manevi mirâcını gerçekleştirmişti İsmâil peygamber!
Hz. Mûsâ, Tûr-i Sinâ’da iken, ilâhî birkaç kelâmın azametinden aciz kalıp oracıkta bayılıvermişti. Ve Kızıl denizi asasıyla yara yara geçerken mirâcını gerçekleştirmişti!
Kardeşin Yûnus (as), dalgalı denizde, karanlıklı bir gecede ve bir balığın karnında mirâca ermişti!
Kuyuya atıldığında, Cebrail O (as) incinmesin diye kanatlarını sermişti de bu hal Yûsuf peygamberin mirâcı olmuştu!
Yahûdiler çarmıha gerdiklerini düşündükleri Hz. İsa’nın, göklerin göğüne Rabbimizin katına çıkarıldığı mekân mirâcı olmuştu onun. Hani âhir zamanda tekrar yeryüzüne indirilip Mehdî aleyhisselama en büyük muavin olacak denilmişti. Geldi mi, gitti mi bilinmez ama bir mümin, günde beş defa mirâc hediyesiyle şereflenmişti.
Rabbinden sana ve senden bize en kutsal müjdelerle dönmüştün Sevgili; şirk haricinde bütün günahları affedeceğini va’d etmişti yüce yaradan.
Şâir: “Seccâden kumlardı” demişti, seccâdenin Refref olduğunu bilmeden!
Başka bir şâir de şöyle demişti: “Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur”. Senin mirâcın ki Efendim, elmas ruhlu Ebû Bekirler ile kömür ruhlu “ebû cehiller”i ayırmıştı birbirinden! Ve nice münafıklar bu hadiseden sonra açıkça kendilerini belli etmişlerdi.
Ey Rasûl (sav), gaybı gören kalbinle, saâdet asrından, ebed tarafında olan haşir meydanını temâşâ ederek yönelmiştin Rabbine.
Sonra yerden cenneti gören ve zeminden yedi kat gökteki meleklerin zikrini seyreden yine sendin.
Davetinle ağaçlar koşup gelmişti de biz günah bataklığında saplanıp kaldık!
Sen ellerini daha indirmeden yağmurlar hemen inivermişti.
Seni güneşten korumak için bulutlar şemsiye olmuştu sana.
Bir miktar yemekle yüzlerce insanı doyurmuştun.
Parmaklarının arasından kevser gibi sular çağlamıştı.
Ve senin hürmetine Allâh'ın, kertenkeleyi, ceylanı, ağaç kütüğünü, zehirli keçiyi, deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğuna şahit olmuştu insanlık!
Mirâcın sahibi ve gözünün asla şaşmadığı o büyük mucizede Allâh’ın cemaline nail olan Sevgili! Rabbinden bize ne getirdinse “ammena”. Duyduk ve itaat ettik.
Mirâc ki; imtihandır, tasdiktir, tesellidir.
Mirâc ki; iltifattır, ihsandır, namazdır.
Mirâc ki; hicrettir, keşiftir, inkişaftır, gâyedir.
Mirâc ki; fermandır, dermandır, zamansız mekânlarda yetmiş bin perdeden geçip perdesiz bir surette Allâh’a kavuşmak, O’nunla konuşmaktır.
Ve on dört asır sonrasında “ikinin ikincisi” mağara arkadaşın, en sadık dostun Hz. Ebû Bekir misali: “Sen ne söylemişsen doğrudur” diyoruz.
Şefâatin doğrudur, cennet doğrudur, cehennem doğrudur…
Susuz gönüllere, çorak yüreklilere rahmet oluşun doğrudur .
Kur'an ve Hadis Işığında Dopdolu Bir Sayfa